Zamanın Doğası – I

Okuma Süresi: 11 dakika


Dünya’daki tüm canlılar evrimleşerek oluşmuştur ve buna insanlar da dahildir. Evrimin asıl amacı bulunduğu çevreye uyum sağlayan canlılar ortaya çıkarmaktır fakat bu, canlıların bu uyumu bilinçli bir şekilde sağladıkları anlamına gelmez. Mağarada yollarını bulmak için çıkardıkları ultrasonik sesleri kullanan yarasaların gerçekten de akustik bilimine hâkim olduklarını iddia edemeyiz. 

İnsanlar olarak doğayı anlama konusunda yarasalardan ve diğer hayvanlardan daha üstün olsak da gündelik yaşamımızın büyük bir kısmını, içinde bulunduğumuz kâinatın tam olarak nasıl işlediğinden habersiz bir şekilde yaşarız. Zamanı, yarasaların ses dalgalarını kullandıkları gibi, ne olduğunu tam olarak özümsemeden hayatımızın her alanında kullanırız. Medeniyetimizin şimdiki seviyesini zamanı etkili bir şekilde kullanabilme kabiliyetimize borçlu olduğumuzu söylersek abartı yapmış olmayız. Takvim ve saatler icat edilmeseydi karnımızı doyurmada bile büyük zorluklar yaşardık. İşleyişine o kadar şey borçlu olduğumuz bir olguyu bu kadar az tanımamız kulağa biraz garip geliyor fakat insanoğlunun bitmek bilmeyen merakının odağı, son yüzyıllarda zamanın doğasına da kaymış bulunmaktadır. Ne de olsa daha 100 yıl önce evrendeki tek gökadanın bizimki olduğunu iddia edebilecek kadar cahildik. Her şeyi tam olarak bildiğimizi büyük ihtimalle hiçbir zaman söyleyemeyeceğiz fakat doğru soruları sormayı sürdürürsek zamanın işleyişi hakkında öğreneceğimiz çok şey var.

Zamanın doğası son dönemlerde hem filozofların hem de bilim insanlarının çokça tartıştığı bir konu olmuştur. Bu yazıda zamanın gizemine hem felsefi hem de bilimsel açıdan bakacağız.

Zamanın Doğasına Felsefi Bakış

Kuşkusuz olarak bilimin zaman hakkında söyleyeceği çok şeyi var fakat tüm bilimsel teorileri ve gözlemleri bir kenara bıraktığımız zaman bile zamanın doğası hakkında çok derin sorular sorabiliriz. Bazı filozoflar, zaman hakkında sordukları sorulara tatmin edici cevaplar bulduklarını düşünüyorlar. Buldukları cevaplar gerçekten de zamanın doğasını doğru yansıtıyorsa, bu güne kadar sahip olduğumuz bazı anlayışların değişmesi gerekebilir. Biraz beyin fırtınası yapınca akla takılan sorulardan bazıları:

  • Geçmişteki olaylara “var” diyebilir miyiz?  Olup bitmiş olayları artık gözlemleyemiyoruz fakat bu onların var olmadıkları anlamına gelmez. Soruyu başka bir şekle çevirirsek: Geçmiş de şimdiki zaman kadar gerçek midir?
  • Zaman olup biten olaylardan bağımsız olarak var olan bir yapı mıdır? Hiçbir şeyin yaşanmadığı karanlık ve boş bir evren düşünün. Orada da zamanın varlığından bahsetmek anlamlı mıdır? Yoksa zaman sadece yaşadığımız olayların arasındaki ilişkileri betimlerken anlam kazanan bir yapıya mı sahip?
  • Zaman yolculuğu mantıksal açmazlara yol açıyor mu?
  • Zamanı da diğer 3 uzaysal boyut gibi sıradan bir boyut olarak düşünebilir miyiz? Düşünebilirsek uzaysal boyutlarla hangi benzerlikleri paylaşıyor? Farklı olduğu noktalar var ise o noktalar hangileri?
  • Bir önermenin doğruluk değeri zaman ile değişebilir mi? Bir gün kaza geçirdiğinizi düşünün. Kazanın o gün gerçekleşeceği doğduğunuz günden itibaren belli miydi? Bu soru ilk sorunun tersten sorulmuş hali gibidir. Ayrıca, halk arasında oldukça yaygın olan “kader” inancını sorgulamaya yöneliktir.

Yukarıda belirttiğimiz hiçbir sorunun tüm filozoflarca kabul edilmiş bir kesin bir yanıtı yok. Fakat bu sorulara verilebilecek alternatif cevapları keşfetmek bile bizim için çok ufuk açıcı olacaktır. Şimdi alt başlıklar halinde bazı fikirleri paylaşalım.

Presentizm ve Eternalizm

 Presentizm basit olarak sadece şimdiki zamanın var olduğunu ileri süren bir felsefi akımdır. Bu tutuma göre geçmiş ve gelecekteki olaylar hakkında düşünebiliyorsak da o olaylar kelimenin tam anlamı ile yoklar. Geçmişte yapılan her savaş, geçmişte yaşamış olan her kişi artık sonsuza kadar yokluğa karışmış durumda. Tabi bu akıma göre biz de öldüğümüz an tekrar var olmamak üzere yok olacağız.  Felsefe ile çok haşır neşir olmayanlara biraz saçma gelebilecek bir tutum fakat herhangi bir şeyin gerçekten var olup olmadığı sorusu felsefede çok sık sorulur. Sonuçta geçmişteki olaylardan bahsetmemiz onların hâlâ var oldukları anlamına gelmez. Aynı şekilde daha yaşanmamış olaylara da kuşkusuz bir şekilde var diyemeyiz.

Peki, presentizmi savunmamız için elimizde geçerli bir neden var mı?  Bazı düşünürlere göre elimizdeki en geçerli neden presentizmin “akla yatkın” bir fikir olmasıdır. Sonuçta şimdiki zamanı geçmiş ve gelecekten ayıran bir şey var: insanlar olarak şimdi gerçekleşen olaylara tepki veriyoruz fakat aynı şeyi geçmiş ve gelecek olaylar için yapmıyoruz. Sırf bu bile şimdiki zamanın geçmiş ve gelecekten daha gerçek olduğunu savunmamız için elimize bir sebep veriyor.  Bu fikri savunmamızı haklı çıkarabilecek başka bir bakış açısı da “Ockham’ın Usturası” diye adlandırılan bir prensipten güç alıyor. Bu prensibe göre elinizdeki somut veri, ortaya attığınız hipotezlerden hiçbirini özel olarak desteklemiyorsa, o zaman en az varsayım ortaya koyan yani en basit hipotez geçerlidir. Bir bilim adamı ya da filozof çıkıp da hiçbir şekilde ölçülemeyen bir X maddesinin evrenin yapıtaşı olduğunu iddia ederse onu bu prensibi kullanarak geri çevirebiliriz. Sonuçta X maddesi hiçbir şekilde gözlemlenemediği için “X maddesi olmayan evren” , “X maddesi olan evren” kadar ampirik olarak geçerlidir .“X maddesi olmayan evren” daha az varsayımda bulunduğu için bu prensibe göre diğerine göre daha geçerli olmalı.  Tüm ölçüm araçları şimdiki zamanda gerçekleşen olayları ölçtüğü için geçmişin veya geleceğin gerçekte var olup olmaması ölçümlerimizi hiçbir şekilde etkilemiyor. Böylelikle geçmiş ve geleceğin var olması gereksiz varsayımlar gibi duruyor.

“Sonsuza kadar yok olma”  fikrini beğenmeyenlerin sığınabileceği bir liman var: eternalizm. Bu akıma göre geçmiş ve gelecek, şimdiki zaman kadar gerçek.  Bazıları, özel görelilik ve genel görelilik teorilerinin eternalizmi desteklediğini savunuyorlar. Sonuçta bu modern teorilere göre bir gözlemcinin şimdiki zamanı, başka bir gözlemcinin geçmişi veya geleceği olabilir. Böylece şimdiki zamanın gerçek olduğunu varsaydığımız an, başka bir gözlemcinin geçmişinin veya geleceğiniz gerçek olduğunu varsaymış oluyoruz. Bu ise presentizmin öğretisi ile çelişiyor. Bu sebepten ötürü bazı presentistler görelilik kuramlarını reddettiler, diğerleri ise presentizmin öncüllerini göreliliğe uyum sağlaması için değiştirdiler.

Redüksiyonizm ve Platonizm

Redüksiyonizm ve Platonizm, aslında zamanın doğasını tanımlamaktan başka birçok konuda da kullanılan düşünce akımlarıdır. Redüksiyonizm kısaca karmaşık bir sistemi daha basit parçalara bölerek, sistemin sadece o basit parçalar aracılığı ile açıklanabileceğini iddia eden bir düşünce sistemidir. Platonizm ise gözlemlediğimiz maddesel kâinata ek olarak soyut varlıklar da bulunduğunu öne sürer. Bu tanımların konumuz ile ilişkileri biraz sonra açığa çıkacaktır.

Çok fazla felsefi ayrıntıya girmeden redüksiyonistlerin bakış açısını verelim. Redüksiyonistlere göre zaman, kâinattaki somut varlık ve olayların etkileşerek yarattığı illüzyondan başka bir şey değildir. Onlara göre zaman, olaylardan ve varlıklardan bağımsız olarak var olabilecek bir şey değildir. Bu durumda hiçbir olayın ve değişimin olmadığı bir evrende zamandan bahsetmek uzay boşluğunda sesten bahsetmek gibidir.

Platonistler ise bunun tam tersini savunurlar. Onlara göre zaman, evrendeki diğer tüm şeylerden bağımsız olarak var olabilecek soyut bir yapıdır. Onlara göre değişim, zamanın sadece bir yan üründür. Değişim olmadığı durumda bile zaman vardır ve akar. Artık neden bu görüşlere verilen isimlerin neden redüksiyonizm ve platonizm olduğunun yavaş yavaş anlaşılması lazım. Redüksiyonistler zamanı diğer şeylere (olaylar, değişim) indirgeyerek açıklarlar ve zamanın bunların dışına taşan soyut bir yapıyı taşıdığını reddederler. Platonistler ise zamanın somut varlıklardan bağımsız bir soyut bir yapısının olduğunu savunurlar.

Boyut olarak Zaman ve Zaman Yolculuğu

 İçinde bulunduğumuz evren 3 tane uzaysal boyut içeriyor. Çoğu insan zamanı, bu uzaysal boyutlara ek bir 4. boyut olarak düşünmeyi sever. Yazının ileriki kısımlarında da açıklayacağımız gibi modern fiziğin bakış açısından bu doğru bir yaklaşımdır. Gerçekten de uzay-zamanda bir olayın yerini tam olarak belirtmek için 4 tane birbirinden bağımsız sayı (koordinat) kullanmalıyız. Fakat bu kesinlikle zamanın diğer 3 uzaysal boyutla aynı özellikler taşıdığı yanılsamasını yaratmasın. Sonuçta uzaysal boyutlarda istediğimiz gibi hareket edebilmemize rağmen, zamanın akış hızı ve yönü üzerinde en ufak bir irademiz yok. Genel görelilik dahil tüm teorilerimizde zamana, diğer 3 uzaysal koordinattan farklı bir muamele yapıyoruz. Tüm bunların ışığında zamanın gerçekten de çok temel bir şekilde diğer 3 uzaysal boyuttan farklı olduğu söyleyebiliriz.

Zamanı dördüncü boyut olarak düşünmek heyecan verici olsa da ortaya bir felsefi sorun çıkarıyor. Bu sorunun ana hatlarını en iyi şekilde aktarmak için biraz geometriye girmemiz gerekecek. Bildiğimiz üzere 3 boyutlu herhangi bir cisimden kesit alırsak 2 boyutlu bir cisim elde etmiş oluruz. Örneğin, aşağıdaki şekilde de görüldüğü gibi bir silindiri yanlamasına kesersek, ortaya 2 boyutlu bir elips çıkıyor.

Bu işlemi üst boyutlara taşımamamız için bir sebep yok. Aynı şekilde 4 boyutlu bir cismin herhangi doğrultuda kesitini alırsak 3 boyutlu bir geometrik şekil elde ederiz. Uzay ve zamanın beraber 4 boyutlu bir yapı oluşturduğunu varsayarsak aslında her an bu 4 boyutlu yapının 4-1=3 boyutlu olan bir kesitini gözlemliyoruz. Tabi ki de her cisim birden farklı kesitte var. Farklı zaman koordinatında kesitler alırsanız cisimlerin geçmişteki veya gelecekteki halleri ile karşılaşırsınız. Yani herhangi bir cismin (bu cisim olarak kendinizi de düşünebilirsiniz)  şimdiki hali, 4 boyutlu uzay zamanda alınabilecek sayısız kesitinden sadece biri. Felsefi açmaz işte burada devreye giriyor: bir cismin her kesitini ayrı bir varlık olarak mı düşünmeliyiz? Yoksa cisim aslında tüm olası kesitlerin toplamından oluşan 4 boyutlu bir yapı mı?  Kendinizin 2016 yılındaki halinin düşünün. Bu 2016 yılındaki siz, şimdiki sizden farklı birisi miydi? Yoksa aynı kişinin farklı zamanda alınmış bir kesiti miydi?

Zaman yolculuğu (özellikle geçmişe dönük yolculuk) da diğer konulardan daha az tartışmalı bir konu değil. İlk bakışta birçok mantık hatası ortaya çıkıyormuş gibi görünse de bu sorunların hiçbiri, filozof ve bilim insanlarının zaman yolcuğu fikrini ciddiye almalarının önüne geçecek kadar çözülmez değil.  Bu mantık hatalarından bir tanesi literatürde “dede paradoksu” olarak anılır. Buna göre zaman yolculuğu vasıtasıyla geçmişe gidip dedenizi çocukluğunda öldürürseniz veya dedenizin anneanneniz ile tanışmasını bir şekilde engellerseniz büyük bir paradoksa sebebiyet verirsiniz. Ne de olsa sizin var olmanız için dedenizin anneanneniz ile tanışmış olması lazım, siz geçmişe gidip tanışmalarını engellerseniz sizi doğuracak olan anneniz nasıl var olabilir? Hiç doğmadıysanız nasıl oldu da dedenizin öldürebildiniz?  Biraz düşünürseniz kendinizi içinden çıkılması imkânsız olan sonsuz bir mantıksal döngüde bulursunuz.  Bazı fizikçilere göre kuantum paralel evrenler teorisi bu paradoksu çözüme kavuşturuyor.

Zamanın Doğası yazı dizimiz ikinci bölümü ile gelecek hafta devam edecek. Yazıya katkılarından dolayı kulüp üyelerimizden İrem Erkan’a teşekkür ederiz.

Yazı dizimizin ikinci bölümünü buradan okuyabilirsiniz.

Hazırlayan: Timur Öner

İTÜ Astronomi Kulübü Üyesi

Kaynaklar:


Yorumlar kapatıldı.

WordPress gururla sunar | Theme: Baskerville 2 by Anders Noren.

Yukarı ↑