Astronomi Tarihi II: Orta Çağ Astronomisi

  1. Astronomi Tarihi I: Antik Astronomi
  2. Astronomi Tarihi II: Orta Çağ Astronomisi
  3. Astronomi Tarihi III: Rönesans Astronomisi
  4. Astronomi Tarihi IV: Aydınlanma ve Gözlem Çağı
  5. Astronomi Tarihi V: Astrofiziğin Doğuşu ve Görelilik
  6. Astronomi Tarihi VI: Büyük Patlama ve Günümüz
Okuma Süresi: 15 dakika


Yazı dizimizin ilk yazısında astronomi tarihinin gelişim sürecine ilk adımı tarih öncesi çağ buluntularından ve antik çağda astronomik çalışmalar yapan bazı medeniyetlerden bahsederek atmıştık. Bu yazımızda birçok döneme yayılan Hint ve Çin astronomi çalışmalarından bahsedecek ve İslam Dünyası ve Orta Çağ Avrupası’na geçiş yapacağız.

Hindistan

Hint altkıtasına ait astronomi geçmişi, M.Ö. 3000 yıllarında Güney Asya’daki en eski kent uygarlığı olarak bilinen İndus Vadisi Uygarlığı’na kadar gider ve burada da birçok eski dönem topluluklarında olduğu gibi astronomi, takvim oluşturmak amacıyla kullanılmıştır. İndus Vadisi Uygarlığı arkasında hiç yazılı belge bırakmadığı için karşılaştığımız en eski Hint astronomi eseri Vedik dönemi olarak geçen M.Ö. 1500-500 yılları arasına ait Vedanga Jyotisha adlı astronomik metindir. Bu metin Güneş ve Ay’ın hareketlerini gözlemek için bazı kuralları anlatır. Yazılma gerekçesi ise dini ritüellerdir.

Batlamyus, Yunan astronomi geleneğindeki son büyük figür idi. Onun çalışmaları üzerine yorumlamalar yapılıyordu ancak yaratıcı çalışmalar artık ortaya çıkmıyordu. Bu sırada Babil astronomisi doğuya Fars ve Hint kültürlerine doğru geçiş yaptı ve burada yerel Hint kültürleriyle birleştirildi. Ayrıca Hipparchus ve Batlamyus zamanları arasındaki Yunan geometrik gezegen teorileri de Hindistan’a ulaştı. 6. yüzyıl boyunca Yunan ve Bizans astronomi gelenekleri Hint astronomisini etkiledi. Burada bu iki farklı geleneğin bir araya gelmesi bazen çok karmaşık ve çeşitli olan bir astronomi geleneği ortaya çıkardı.

Hint Aryabhata 499 yılında yazdığı başyapıtı Aryabhatiya’sında, Dünya’nın kendi ekseni üzerinde döndüğü ve gezegenlerin periyotlarının Güneş’e göre verildiği bir gezegen modelini baz alarak bir hesaplama sistemi öne sürdü. Gezegenlerin periyotları, Güneş ve Ay tutulmaları gibi birçok astronomik sabiti doğru şekilde hesapladı. Varahamihira, Brahmagupta ve Bhaskara II Aryabhata’nın bu modelinin ilk takipçileriydi. Shunga İmparatorluğu döneminde astronomi ileri seviyeye taşındı ve bu dönemde birçok yıldız kataloğu ortaya kondu. Bu dönem Hint astronomisinin altın çağı olarak bilinir. Ayrıca bu dönem birçok gezegenin hareketi, konumları, doğuş ve batışları, kavuşumları, tutulmalarına yönelik yapılan hesaplamaların büyük bir gelişim yaşadığı zamanlardı. 6. yüzyılda Varahamihira ve Bhadrabahu adlı Hint astronomlar kuyruklu yıldızların belli periyotlarla yeniden ortaya çıkan gök cisimleri olduğu görüşünü ifade ettiler, 10. yüzyılda astronom Bhattotpala bazı kuyruklu yıldızların isimlerini listeledi ve periyotlarını tahmin etti ancak bunların nasıl hesaplandığı ve ne kadar doğru olduğunu maalesef bilemiyoruz. 1114 ve 1185 yılları arasında yaşayan Bhāskara II, Ujjain’deki astronomik gözlemevinin başıydı. Goladhyaya (küre) ve Grahaganita (gezegenlerin matematiği) adlı 2 bölümü içeren Siddhantasiromani adlı başyapıt astronomi kitabını yazdı. Dünya’nın Güneş etrafındaki yörünge süresini virgülden sonra 9 basamağa kadar hesapladı. Ayrıca bu zamanlarda Nalanda Budist Üniversitesi astronomi alanında resmi dersler vermeye başladı. 14.-16. yüzyıllar arasında yer alan Kerala Astronomi ve Matematik Okulu’ndan astronom Nilakantha Somayaji, Aryabhata’nın Aryabhatiya’sının bir tefsiri olan Aryabhatiyabhasya’da Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn’ün Güneş etrafında yörüngede döndüğü ve Güneş’in de Dünya etrafında yörüngede olduğu kısmi Güneş merkezli model için kendi hesaplama sistemini geliştirdi. Bu daha sonra 16. yüzyılda astronom Tycho Brahe’nin önereceği Tychonik Sistem’e benziyordu ancak Nilakantha’nın sistemi matematiksel olarak daha etkiliydi çünkü Merkür ve Venüs’ün merkezi ve enlemesine hareket denklemini doğru şekilde hesaplara katmıştı.

İslam Dünyası

8. yüzyılda Arap Müslüman astronomlar karmaşık bir astronomi altyapısıyla karşı karşıyaydılar. Babilliler ve Yunanlılardan Fars ve Hindistan’a geçen teori ve metotlar şimdi yeniden batıya kaymıştı. Bu karışık kültürlerden gelen mirasın göstergelerinden biri 9. yüzyılda Ebû Ca’fer Muhammed bin Mûsâ el-Hârizmî’nin bir çalışmasındaki farklı kültürlerin tablolarını, tekniklerini içermesiydi. Bu çalışma, zic denilen Güneş, Ay ve gezegenlerin pozisyonlarını anlamayı sağlayan tabloları içeren bir el kitabının önemli bir türünü oluşturması açısından önemliydi. zicin antik örneği Batlamyus’un kullanışlı tabloları idi.

10. yüzyılda Abdurrahman es-Sufî yıldızlar üzerinde gözlemler yaptı ve onların parlaklıklarını, konumlarını, renklerini ve her takımyıldızının çizimlerini Sabit Yıldızlar Kitabı’nda gösterdi. Aynı zamanda “Küçük Bir Bulut” dedikleri şimdi Andromeda Galaksisi olarak bildiğimiz gök cisminin resimlerini ve ilk tanımlarını verdi. Ek olarak Büyük Macellan Bulutsusu’nun bilinen ilk bahsi es-Sufi tarafından geçirilmiştir. 11. yüzyıl İran’ında ise Ömer Hayyam birçok tabloyu derledi ve Jülyen’den daha doğru Gregoryen’e yakın denilebilecek yenilenmiş bir takvim sergiledi.

Batlamyus’un Almagest yapıtının Arap dünyasında birçok kez çevirisi yapılmıştı ve bunların çoğu 750 ila 1258 yıllarında yer alan Bağdat merkezli Abbasiler tarafındandı. Yunan gezegen teorilerinin saf geometrik hali şimdi önlerinde olduğu için, Arap astronomlar bunların üzerinde uzmanlaşabilmek ve daha da geliştirmek için çalıştılar. 10.yüzyılın ilk yıllarında el-Battānī adlı zic, Batlamyus’un gezegen teorisinin ustalığını gösterdi ve Güneş’in eksantrisitesinin yönü ve büyüklüğü gibi bazı parametrelerinin değerlerini iyileştirdi.

9. yüzyıl ila 15. yüzyıl arasından günümüze korunmuş birçok Arap zici mevcut. Avrupa astronomisinin gelişmesinde önemli etkiye sahip bir zic ise Toledan Tabloları idi. Bu eser İspanya’da bir grup Müslüman ve Yahudi astronom tarafından derlenmişti ve el-Zerkali tarafından 1080 yılında son haline getirilmiş, hemen ardından ise Latinceye çevrilmişti.

Zaman ilerledikçe astronomlar için yeni keşifler yapmak daha mümkün hale geldi, örneğin artık evrendeki yavaş değişimleri farketmeye başlamışlardı. 9. yüzyılda Bağdatlı astronomlar ekliptik eğiminin Batlamyus’un Almagest’te bahsettiği değerden azalmış olduğunu fark ettiler. Ekliptik eğiklik, gök ekvatoru ile Yengeç Dönencesi arasındaki açıydı ve bu Güneş’in ekinoks ve yaz gündönümü arasındaki kuzeye doğru yer değiştirmesine karşılık geliyordu. Bu da yılın önemli zamanlarında alınan öğlen Güneş’inin rakımları ile ölçülebiliyordu. Batlamyus’un zamanına göre bu eğiklik çeyrek derece kadar azalmıştı. Arap astronomlar aynı zamanda mevsimlerin uzunluğunun Batlamyus’un kaydettiği değerlerden hafif değişimlere uğradığını not ettiler.

Batlamyus’un gezegen teorisi eleştiriliyordu ancak bunda büyük rol oynayan Batlamyus’un tabloları ile gezegenlerin gerçek gözlemleri arasındaki küçük farklılıklar değildi. Çoğu eleştiri, Batlamyus’un çalışmalarının Aristotelesçi göksel cisimlerin tekdüzeliği prensibine aykırılığı üzerineydi. 1000’li yıllarda İbn-i Heysem, Shukūk ʿalā Baṭlamyūs (Batlamyus Üzerine Şüpheler) yapıtında equant noktasını eleştirmişti. Aynı zamanda Batlamyus’un maddesel olarak var olmayan noktalar ve çizgileri gerçek cisimlermiş gibi gösterip onlara göre hareketleri tanımlama alışkanlığına karşı çıktı. İbn-i Heysem’in Batlamyus’un gezegen teorisi hakkındaki şüpheleri 13. yüzyılda Meraga gözlemevindeki bazı astronomlara yaratıcı matematiksel modelleme anlamında ilham oldu. Meraga gözlemevinin kurucusu Nasîrüddin Tûsî 2 dairesel hareketin bir noktaya düz bir çizgi boyunca ileri geri salınım hareketi verebileceği bir yapı tanımladı (el-Tûsî çifti). Batlamyus’un Merkür ve Ay teorileri, standart mekanizmanın uygulanmasının kafalarda şüphe uyandırdığı salınım hareketini içeriyordu. el-Tûsî, el-Tûsî çifti mekanizmasını uygulayarak bu salınımları fiziksel olarak daha tatmin edici şekilde gösterdi. El-Tûsî’nin öğrencisi el-Şirazî daha da ileri gitti ve küçük bir “epicycle” kullanarak ekuant noktasına olan ihtiyacı yok etti. 14. yüzyılda Şam’dan İbn eş-Şatir, Meraga’daki çalışmaların üzerine eklemelerini Nihāyat al-suʾl fi taṣḥīḥ al-uṣūl’da (Gezegen Teorisi’nin Düzeltilmesi Üzerine Son Soruşturmalar) yaptı, bu eser de küçük epicycleların kullanımı ile, tek düze olmayan hareketlerin yok edilmesi temalıydı. Her şeye rağmen bu çalışmalar geleneksel bir uygulama haline dönüşmedi, geç ortaçağda gezegen tablolarının büyük çoğunluğu esas teori olarak Batlamyus’un anlayışını temel alacaktı. 16.yüzyılda ise Nikolas Kopernik İbn eş-Şatir’e ve Meraga astronomlarına özgü olan modelleri kullandı.

İslam dünyasının astronomi tarihinden bahsederken bizim için önemli birkaç Türk astronoma da değinelim. Batıda Alfraganus olarak bilinen 9.yüzyılda yaşamış el-Fergânî, matematikçi, fizikçi, astronom ve aynı zamanda mühendisti. Çalışmalarının çoğunu dönemin bilim başkenti Bağdat’ta yaptı. Batlamyus’un Almagest adlı eserinin geliştirilmiş ve anlaşılır hale getirilmiş bir özeti niteliğinde olan Cevâmi’u İlmi’n-Nucûm ve Usûlü’l-Harekâti’s-Semâviyye (Gökbilimin Özeti ve Göğün Hareketlerinin Esasları) adlı eserini yazmış ve bu 12. yüzyılın ilk yarısından 15. yüzyılın sonuna değin Avrupa’da ve İslam dünyasında gökbilimin gelişimini önemli ölçüde etkilemiştir. Dünya’nın ve diğer gezegenlerin büyüklükleri konusunda dönemine kadar olan en kapsamlı çalışmayı yaptığı kabul edilir. Ayrıca el-Fergânî bilim tarihinde Güneş’in de bir yörüngesinin bulunduğunu ve kendi etrafında batıdan doğuya doğru döndüğünü söyleyen ilk kişidir. Ay’daki “Alfraganus” kraterinin ismi ona ithafen verilmiştir. Bir diğer astronom olarak bahsedeceğimiz Uluğ Bey, hükümdar Timur’un torunuydu ve bilim insanı olmakla birlikte hükümdarlık da yapmıştı. Bu süreçte Semerkand şehrini bilim merkezi haline getirmiş, bu şehirde kurduğu medrese ve gözlemevinde astronomi çalışmaları yapmış, Dünya’da uzun süre kaynak olarak kullanılan Zîc adlı eseri  yazmıştı. 1394-1449 yılları arasında yaşayan Uluğ Bey’e hocalık yapan bir diğer matematikçi ve astronom Bursalı Kadızade Rumi de bu esere katkılar sağlamıştı. Yine bu gözlemevinde bu iki astronomun hocalığı altında çalışan diğer önemli isim ise Ali Kuşçu idi. Bu rasathaneye müdürlük de yapmış ve birkaç astronomi eseri olan Ali Kuşçu, Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı’da Ayasofya medresesine müderris olmuştur.

Ortaçağ Avrupası

Ortaçağ Avrupa’sında bilimsel öğrenim ve akademik çalışmalar oldukça alt bir seviyeye düşmüştür. Daha önceki dönemlerde yazılan Aristoteles’in Gökyüzü Üzerine ve Batlamyus’un Almagest’i gibi önemli astronomik eserlerin hiçbirine erişim mümkün değildi. Astronomi öğrenimi Romalı astronom Plinius’un Naturalis Historia kitabı gibi giriş seviyesindeki latince kaynaklar kullanılarak öğretilmekteydi. Her ne kadar bu dönemde bilimsel öğrenim düşük seviyelerde kalsa bile insanlar yine de astronomi ile ilgilenmeye devam etti. Örneğin 7. yüzyılda İngiliz rahip Bede, Zamanın Hesaplanması Üzerine (On The Reckoning Of Time) adlı eserini yazdı. Bu kitap sayesinde kilise çalışanları computus adı verilen bir yöntem ile Paskalya Bayramının tarihini hesaplayabilmekteydiler. Bu kitap 12. yüzyılda üniversitelerin yükselişe geçmesine kadar kilise için önemli bir eser olmayı sürdürmüştür. Roma İmparatorluğu’ndan kalan astronomik çalışmalar ve Bede’nin astronomi üzerine çalışmaları İmparator Şarlman (Charlemagne) tarafından başlatılan Karolenj rönesansı sırasında ciddi bir şekilde çalışılmaya başlandı. Dokuzuncu yüzyıla geldiğimizde Avrupa’da gezegenlerin hareketlerini hesaplamaya yönelik teknikler ortaya çıkmaya ve giderek yaygınlaşmaya başlamıştı.

Bu astronomik bilgi birikimi ile 10. yüzyılda daha sonra papalık da yapacak olan Aurillaclı Gerbert gibi insanlar o dönem müslümanların kontrolünde olan İberya ve Sicilya gibi bölgelere gidip Müslüman dünyasının astronomi hakkındaki bilgilerini öğrenmeye çalışmışlardır. Bu bölgelerde ilk karşılaştıkları yenilikler tarih ve zamanı hesaplama konusundaki astronomik teknikler ve en önemlisi de usturlaptır. Kısa bir süre içerisinde Reichenaulu Hermann gibi bilim insanları usturlabın yapılması ve kullanılması üzerine yazılar yazmaya ve Malvernli Walchter gibileri de usturlap kullanarak computus gibi yöntemlerin doğruluğunu test etmeye başladı.

12. yüzyıla geldiğimizde çeviri hareketi hız kazandı ve Avrupalı alimler İberya ve Sicilya gibi bölgelerde daha da ileri düzey astronomik kaynaklar aramaya başladılar. Bu alimlerden bir tanesi de Cremonalı Gerard’dır. Öğrencilerinin anlatılarına göre Gerard Latince yazılmış her bilgiyi öğrenmiş ve Latince versiyonu olmayan Almagest’i okuma arzusu ile İberya’ya gidip burada Arapça öğrenmiş ve Almagest’i Latinceye çevirmiştir. Gerard sadece Almagest ile de kalmayıp Aristoteles’in Gökyüzü Üzerine ve Öklid’in Elementler kitabı da dahil düzinelerce kitabı Arapçadan Latinceye çevirmiştir. Bu metinlerin Latinceye çevrilmesi aynı dönemde gerçekleşen başka bir büyük atılım olan başta Bologna, Oxford ve Paris olmak üzere üniversitelerin açılması ile kendilerine yuva bulmuştur. Üniversitelerde öğrenciler her ne kadar günümüze göre ilkel de olsa astronomi eğitim görmekteydi. Bu üniversitelerdeki öğrenciler gökküre ve gezegenlerin hareketleri üzerine eğitimler aldılar. 1270 yılına geldiğimizde yeni astronomik tablolar Kastilya ve Leon kralı Alfonso tarafından yaptırıldı. Bu tablolar Batlamyus astronomisi kullanılarak yapılmıştır. Ancak arada Dünya’nın devinim hareketinin değişken hızlarda gerçekleştiğinin düşünülmesi gibi bazı farklılıklar vardır. 1320 yılında ise bu tablolar Paris’e ulaştığında buradaki astronomlar bu tablolar üzerinde çalışmış ve buradan da bütün Avrupa’ya yayılarak iki yüzyıl kadar bir süre kullanılmışlardır.

Çin

Her ne kadar milattan önce ikinci milenyuma kadar uzanan ve tutulmalardan ve yeni yıldızların (nova) gökyüzünde ortaya çıkmasından bahseden fal yazıtları olsa da astronomik raporlara M.Ö. 200 yılından sonra daha çok rastlanmaktadır. Çin’de erken dönem astronominin temel işlevi diğer birçok medeniyette olduğu gibi zaman ve tarih hesaplamaktır. Çin’de astronominin ayrıca imparatorluk için de büyük önemi vardır çünkü imparator “cennetin oğlu” kabul edilmektedir. Bu nedenle astronomların takvim tutma konusundaki başarıları ve tutulmalar gibi önemli olayları doğru tahmin edebilmeleri imparatora olumlu ya da olumsuz olarak yansıyordu.

Çinlilerin astronomi anlayışı Yunanların astronomi anlayışından ziyade daha çok Babillere benzetilebilir. Çinliler Yunanların aksine kozmolojik yasalarla daha az ilgililerdir ve daha çok kuyruklu yıldızlar novalar meteor yağmurları ve Güneş lekeleri gibi tekil olaylarla ilgilenmişlerdir. Bunun bir örneği de tarihteki ilk süpernovayı kaydedenlerin Song hanedanlığı döneminde Çinlilerin olmasıdır. 1054 yılında yılında yılında Yengeç nebulasını oluşturan süpernova patlaması gökyüzünde gündüz bile görülebilecek kadar parlak olan yeni bir yıldızın oluştuğu şeklinde kaydedilmiştir. Bu süpernova yaklaşık olarak üç hafta boyunca gündüz bile gözlemlenebilmiş ve gözden tamamen kaybolması yaklaşık üç yıl sürmüştür.

Song hanedanlığı döneminde Çinlilerin müslüman astronomisi ile kayda geçen karşılaşmaları gerçekleşmiştir. Ma Yize isimli bir astronom Çinlileri ilk kez 7 günlük haftalar konsepti ile tanıştırmıştır. Moğollar Çin’i ve Ortadoğu’nun büyük kısmını işgal ettikten sonra bu bölgedeki müslüman astronomların bir kısmını Moğol imparatorluğu adına takvim ve astronomik çalışmalar yapmak amacı ile Çin’e getirmiştir. 1267 yılında Jamal ad-Din isimli bir İranlı astronom Kubilay Han’a İranlıların kullandığı astronomik aletleri tanıtmıştır. 1271 yılında ise Kubilay kendisini Pekin’deki gözlemevinin başına getirmiştir. Bu gözlemevi bundan sonra gelecek dört yüzyıl boyunca çalışmaya devam etmiştir. Bazı enstrümanlar Guo Shoujing tarafından yapılmıştır bunun bir örneği de günümüzde hala ayakta olan Gaocheng gözlemevindeki gnomondur. Müslüman astronomisi gezegenlerin hareketini ve tutulma gibi olayları isabetli bir şekilde hesaplayabildiği için Çin’de büyük kabul görmüştür.

1368 yılında Ming hanedanlığının yeni imparatoru Taizu, Moğol Yuan hanedanlığının Pekin’deki gözlemevindeki astronomları alarak ile Nanjing’de yeni bir gözlemevi kurmuştur. 1384 yılında Ming imparatoru Zhu Yuanzhang Müslümanlar’ın kullandığı astronomik tabloların çevirilmesini emretmiştir. Bu tablolar 1659 yılında Qing hanedanlığı Müslüman-Çin astronomisini resmi olarak terk etse de 18. yüzyıla kadar basılmaya devam etmiştir.

Hazırlayan: Altuğ Ancaza & Deniz Kaçan

İTÜ Astronomi Kulübü Üyeleri

Kaynaklar

https://www.britannica.com/science/astronomy/History-of-astronomy

https://en.wikipedia.org/wiki/History_of_astronomy

https://www.wikiwand.com/en/Book_of_Fixed_Stars

https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/el-fergani

https://images-na.ssl-images-amazon.com/images/I/71+Ox5JwM9L.jpg

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/7/76/Al_Sufi_-_Book_of_Fixed_Stars_-_Ursa_Major_%28The_Great_Bear%29_-_Bodleian_Library_-_Marsh_144.jpg/440px-Al_Sufi_-_Book_of_Fixed_Stars_-_Ursa_Major_%28The_Great_Bear%29_-_Bodleian_Library_-_Marsh_144.jpg

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/0/0b/Tusi_couple_vs_Paper_strip.gif https://i0.wp.com/www.akademiktarihtr.com/wp-content/uploads/2020/02/Ulu%C4%9F-Beg-3.jpg?resize=678%2C381&ssl=1

Yorumlar kapatıldı.

WordPress gururla sunar | Theme: Baskerville 2 by Anders Noren.

Yukarı ↑