Astronomide Adlandırma I: Güneş Sisteminde Adlandırma ve Mitoloji

  1. Astronomide Adlandırma I: Güneş Sisteminde Adlandırma ve Mitoloji
  2. Astronomide Adlandırma II: Takımyıldızların Adlandırılması ve Mitolojisi
  3. Astronomide Adlandırma III: Modern Adlandırma Sistemleri
Okuma Süresi: 16 dakika


Günlük hayatımızda olduğu gibi astronomide de kullanılan birçok ismin kökeni mitolojik hikayelere dayanmaktadır. Özellikle Antik Çağ’daki adlandırmaların çoğu Yunan/Roma mitolojisine dayansa da bazılarında Sümer, Babil, Akad ve Mısır gibi uygarlıkların mitolojik hikayelerinin de izlerine rastlamak mümkündür. Bu yazımızda Güneş sistemindeki gök cisimlerinin Antik Çağ’dan beri kullanılagelen ve sonradan verilen adlarının mitolojik kökenlerinden ve hikayelerinden bahsedeceğiz.

Geçmişte insanlar gökyüzüne baktıklarında gördüklerini iki temel kategoriye ayırmışlardır. Her gece bakıldığında birbirlerine göre konumları hep aynı kalan ve gökyüzünde beraber hareket ediyormuş gibi görünen cisimlere sabit yıldızlar adı verilirken bu “sabit” arka plan üzerinde geceden geceye konumları değişen gök cisimlerine ise dolaşan yıldızlar adı verilmiştir. Bu nedenle Antik Yunancada “dolaşan” anlamına gelen planētēs kelimesinden İngilizce planet kelimesi ortaya çıkmıştır. Benzer şekilde Türkçede de dolaşan yıldızlara gezegen adı verilmiştir. Yıldızlar için sabit yıldız terimi uzun yıllar kullanılsa da daha sonraları sabit kelimesi düşerek bu gök cisimleri sadece yıldız adı ile anılmaya başlanmıştır. 

Gezegenlerin ve Uyduların İsimlerinin Kökeni

Eski çağlarda insanlar çıplak gözle görebildikleri beş gezegene tanrılarını simgelediklerine inanarak mitolojik isimler vermişlerdir. Bu gezegenlerden Merkür, Venüs, Mars ve Jüpiter adlarını Roma mitolojisindeki tanrılardan alırken Satürn’e ise tanrılardan önce var olan ve titan adı verilen ilahi varlıklardan birinin adı verilmiştir. Teleskobun icadı ile birlikte keşfedilen Uranüs ve Neptün’e de Antik Yunan ve Roma mitolojisinden isimler verilmeye devam edilmiştir. Üzerinde yaşadığımız gezegen ise her dilde farklı adlarla anılmaktadır. Şimdi Güneş sistemimizdeki gezegenlerin ve bazı uydularının adlarının kökenine ve hikayelerine tek tek bakalım. 

Merkür

Güneş’e en yakın gezegen olan Merkür, yörüngesinin küçük olması sebebiyle Güneş çevresinde en hızlı dönen gezegendir. Gezegenin bu hızını gözlemleyen insanlar, Roma mitolojisinde tanrıların habercisi adı ile anılan ve çok hızlı hareket ettiğine inanılan tanrı Merkür’ün adını bu gök cismine vermiştir. Tanrı Merkür aynı zamanda hırsızların ve tüccarların tanrısı olarak da bilinir. Türkçede Merkür, Utarit adı ile de anılır.

Venüs

Dünya’ya yakınlığı sebebiyle gün doğumu ve gün batımı esnasında parlaklığı ile dikkat çeken bu gezegene Roma mitolojisinde güzellik ve aşk tanrıçası Venüs’ün adı verilmiştir. Venüs yılın bir kısmında gün doğumundan önce, bir kısmında ise gün batımından sonra gözlemlenir. Aynı Ay gibi Venüs’ün de evreleri vardır. Ay’ın hilal evresinde olduğu gecelerde Venüs, evresine bağlı olarak Ay’dan bile daha parlak olabilir. Kültürümüzde ise Venüs’ün birçok farklı adı bulunmaktadır. Gözlemlendiği zamana bağlı olarak Sabah Yıldızı veya Akşam Yıldızı, Kutup Yıldızı ile karıştırılarak kervanların yönlerini kaybetmelerine neden olduğu için Kervankıran adlarını almıştır. Bununla birlikte Çoban Yıldızı, Çolpan ve Zühre isimleri de Venüs için kullanılır.

Dünya

Bizim gezegenimiz olan Dünya her dilde farklı isimlerle anılmaktadır. Dünya kelimesi Arapça kökenli olup “aşağıda olan” manasına gelmektedir. Gezegenimiz Antik Yunan’da Gaia, Roma’da ise Terra olarak adlandırılmıştır. Yeryüzünü sembolize eden Gaia/Terra’nın evrende var olan ilk varlıklardan biri olduğuna ve gökyüzünü temsil eden Uranüs ile birleşerek titanları doğurduğuna inanılır. Titanlardan ise tanrılar meydana gelmiştir. Bu şekilde bütün varlıkların kökeninin Gaia ve Uranüs yani yeryüzü ve gökyüzü olduğu düşünülür. 

Ay

Dünya’mızın biricik uydusu Ay’ın ismi eski Türkçeden gelmektedir. Antik Yunan’da Ay’a Selene, Roma’da ise Luna adı verilmiştir. Bu isimlerin yanında Artemis/Diana da av ve Ay tanrıçası olarak bilinir. 

Mars

Çıplak gözle bakıldığında dahi kızıl görünümüyle diğer gezegenlerden kolayca ayrılan bu gezegen, rengi kan ile bağdaştırılarak Roma savaş tanrısı Mars’ın adı ile anılagelmiştir. Mars’ın Yunan mitolojisindeki karşılığı Ares’tir. Aynı zamanda mart ayı da ismini Mars gezegeninden almıştır. Türkçede Mars, Merih adı ile de bilinir.

Phobos ve Deimos 

Teleskop sonrası dönemde keşfedilen Mars’ın iki uydusuna geleneğe uyularak yine mitolojik kökenli isimler verilmiştir. İlginç şekilde Mars kelimesi Roma mitolojisinden köken almasına rağmen uydularına Yunan mitolojisinden isimler verilmiştir. Savaş tanrısının çocukları olan Phobos ve Deimos isimleri bu iki uyduya layık görülmüştür. Phobos korku anlamına gelirken Deimos dehşet anlamına gelir. Günlük hayatta kullandığımız fobi kelimesi de Phobos’tan gelmektedir. 

Jüpiter 

Gezegenlerin en büyüğüne tanrıların kralı Jüpiter’in adı verilmiştir. Tabii bu ismin verildiği çağlarda çıplak gözle yapılan gözlemlerle Jüpiter’in en büyük gezegen olduğunu anlamak mümkün değildi. Bu ilginç tesadüfün sebebi, Güneş’e olan yakınlığı sebebiyle erkenden batan Venüs’ün ardından Jüpiter’in gece boyunca en parlak gezegen olması olabilir. Dilimizde Müşteri adı ile de anılan Jüpiter, Güneş sisteminde en çok uyduya sahip olan gezegenlerden biridir. Bu uydulardan en çok bilinen dört tanesinin isimlerinin kökenini inceleyelim.

Io

Io uydusunun adı da mitoloji kökenlidir. Hikayeye göre tanrıların kralı Jüpiter Io adındaki bir genç kıza aşık olur. Geceleri gizlice Io ile buluşan Jüpiter’i eşi Juno bir gün suçüstü yakalayacakken bunu fark eden Jüpiter Io’yu bir öküze çevirir. Durumdan yine de şüphelenen Juno, Io’ya bir sineği musallat eder. Io sineklerden kaçarken Ege Denizi’nden İstanbul’a kadar gelerek İstanbul’u boydan yarmak suretiyle İstanbul Boğazı’nı oluşturur ve Karadeniz’e geçer. Yunancada öküz anlamına gelen “Bous” ve geçit anlamına gelen “Porus” sözcüklerinin birleşmesinden oluşan Bosphorus (öküz geçidi) kelimesi de işte bu efsanenin sonucunda ortaya çıkmıştır.

Europa 

Hem Avrupa kıtası hem de Jüpiter’in dört büyük uydusundan birine ismini veren Europa, Suriyeli çok güzel bir kızdır. Bir gün nehir kenarında arkadaşları ile birlikteyken Europa’yı gören Jüpiter ona aşık olur. Daha önceki tecrübelerinden ders çıkaran Jüpiter, Juno’ya yakalanmamak için bir boğaya dönüşür ve Europa’ya yaklaşarak yanında diz çöker. Europa boğaya bindiği anda boğa ayaklanıp koşmaya başlar ve Europa’yı Girit adasına kaçırır. Girit’te tekrar tanrı formuna dönüşen Jüpiter burada Europa ile birlikte olur ve bu birleşmeden 3 çocuk sahibi olurlar. 

Ganymede

Jüpiter’in ve Güneş sisteminin en büyük uydusu olan Ganymede’in adını aldığı mitolojik karakter aslen Truvalıdır. Bir gün Kaz Dağları’nda güzelliği dillere destan bir erkek olan Ganymede’i gören Jüpiter bir kartala dönüşerek Ganymede’i yakalar ve Olimpos’a götürür. Burada tanrılara şarap sunma görevi verilen Ganymede’e ödül olarak sonsuz gençlik bahşedilmiştir.  

Callisto

Callisto ay ve av tanrıçası Diana’nın bekaret yemini eden takipçilerinden biridir. Bir gün Callisto’yu gören Jüpiter, güzelliğinden çok etkilenip ona aşık olur. Erkeklerden uzak duran Callisto’nun yanına yaklaşabilmek için Diana’nın kılığına giren Jüpiter bu şekilde Callisto’yu kandırarak onunla ilişkiye girer. Daha sonra hamile olduğu anlaşılınca Callisto Diana’nın takipçileri arasından kovulur. Ardından Juno durumu anlayarak çok öfkelenir ve Callisto’yu bir ayıya çevirir. Yıllar sonra Callisto ormanda avlanan oğlu ile karşılaşır. Kendisini tanımayan oğlu tarafından tam vurulacakken Jüpiter duruma müdahale ederek Callisto’yu ve oğlu Arcas’ı gökyüzüne gönderir. Callisto büyük ayı, Arcas ise küçük ayı takımyıldızına dönüşür. Aynı zamanda Callisto ismi Jüpiter’in uydularından birine de verilmiştir.

Satürn

Güneş sistemimizin halkalı gezegeni Satürn, adını bir tanrıdan değil bir titandan almıştır. Titanlar Gaia ve Uranüs’ün yani Yeryüzü ve Gökyüzü’nün çocuklarıdır. Gaia’nın doğurduğu titanların en küçüğü olan Satürn (Antik Yunan’da Kronos) zamanı yöneten titandır. Babası Uranüs’ün beğenmediği kardeşlerini annesinin karnına geri tıktığını gören Satürn, annesi Gaia’nın da desteğiyle babasını orakla hadım eder ve kardeşlerini annesinin karnından çıkarır. Böylece titanların başına geçer. Ardından başta Satürn’ün oğlu olan Jüpiter olmak üzere tanrılar, titanlara karşı gelerek Satürn’ü tahttan indirirler. Bu şekilde yönetim tanrılara geçmiş olur. Satürn aynı zamanda adını İngilizcede cumartesi (saturday) gününe vermiştir. Türkçede ise Satürn’e Zühal adı verilir. Satürn gezegeninin birçok uydusu olmakla birlikte bunların içinden en meşhur olanı Titan’dır. Adının kökeni kolayca tahmin edilebilir.

Uranüs

Diğer 6 gezegenden farklı olarak Uranüs antik çağlardan beri bilinen bir gezegen değildir. 1781 yılında İngiliz astronom Sir William Herschel tarafından keşfedilen bu gezegen teleskop ile keşfedilen ilk gezegen olma özelliği taşımaktadır. Herschel keşfine dönemin Büyük Britanya Kralı III. George’un onuruna Georgium Sidus (George’un Yıldızı) adını vermiştir. Ancak bu isim İngiltere dışında pek kabul görmemiştir. Onun yerine Alman astronom Johann Elert Bode’un önceki gezegenlerde olduğu gibi mitolojik kökenli isim verme geleneğini devam ettirmek amacıyla önerdiği Uranüs ismi literatüre geçmiştir. Bode bu ismi verirken bir önceki gezegenin adının Roma mitolojisinde tanrı Jüpiter’in babası titan Satürn’den gelmesinden yola çıkarak yeni keşfedilen gezegene Satürn’ün babası olan Uranüs’ün adını vermiştir. İlginç şekilde diğer tüm gezegenlerin adları Roma mitolojisinden köken almaktayken Uranüs ismi Yunan mitolojisinden gelir. Uranüs ilk tanrılardan biridir ve Gaia (yeryüzü) ile birleşerek var olan bütün varlıkları oluşturmuştur. 

Uranüs’ün uydularının adlandırılmasında da yine Hershel’ın önerisi ile mitoloji değil Shakespeare’in eserlerindeki karakterlerin adları kullanılmıştır. Bunlara örnek olarak; Juliet, Miranda, Oberon ve Ophelia verilebilir.

Neptün  

Güneş sisteminin 8. gezegeni olan Neptün de teleskop sonrası dönemde keşfedilen gezegenlerden biridir. Uranüs’ün keşfinin ardından yörüngesinin hesaplanandan biraz daha farklı olması sonucunda Fransız matematikçi Urbain Joseph Le Verrier tarafından Uranüs’ün ötesinde bir gezegenin daha var olması gerektiği öne sürülmüştür. Fransız astronomların kendisini görmezden gelmesi üzerine hesaplarını Berlin’e gönderen Le Verrier’in tam da tahmin ettiği yerde, 1846 yılında Alman astronom Johann Gottfried Galle tarafından bir gezegen keşfedilmiştir. Gezegenin mavimsi renginden yola çıkılarak gezegene Roma mitolojisindeki denizler tanrısı Neptün’ün adı verilmiştir. İnanışa göre titanların yenilmesinin ardından üç büyük tanrı evreni aralarında paylaşmıştır. Gökyüzünü tanrıların kralı Jüpiter, yeraltı dünyasını Plüton alırken denizlere ise Neptün sahip olmuştur.   

Neptün’ün gezegenimize olan uzaklığının oldukça fazla olması uydularının çoğunun keşfini geciktirmiştir. En büyük uydusu 1846 yılında gezegenden hemen sonra keşfedilmiştir. Bu uyduya tanrı Neptün’ün oğullarından biri olan Triton’un adı verilmiştir. Neptün’ün ikinci uydusunun keşfi ancak 1949 yılında gerçekleşmiştir. Bu uyduya ise mitolojide dişi deniz ruhlarının adı olan Nereid ismi verilmiştir. Daha sonraki uydular ise 1989 yılında Voyager 2 aracının gezegenin yakınından geçmesi sırasında ve 2003 yılında Matthew Holman ve ekibi tarafından keşfedilmiştir. Bu uydulara da yine deniz temalı mitolojik isimler verilmiştir.

Cüce Gezegenlerin İsimlerinin Kökeni

Neptün’ün ardından 1930 yılında keşfedilen Plüton’un bir gezegen olabilecek kadar büyük olup olmadığı uzun yıllar boyunca tartışılagelmiştir. Sonraki yıllarda Plüton’un da içinde bulunduğu Güneş sisteminin dış tarafında yer alan Kuiper Kuşağı’nda boyut olarak Plüton’a yakın başka cisimlerin keşfedilmesi bu tartışmaları daha da büyütmüştür. 2006 yılında Uluslararası Astronomi Birliği (International Astronomical Union, IAU) tarafından gezegen tanımı yenilenmiştir. IAU’ya göre bir gök cisminin “gezegen” olabilmesi için aşağıdaki üç şartı sağlaması gerekmektedir:

  1. Güneş’in etrafında bir yörüngede bulunmak
  2. Kütleçekiminin yaklaşık olarak küresel bir şekle sahip olmasına yetecek kadar fazla olması
  3. Yörüngesini “temizlemiş” olması (yörüngesi çevresinde kendisi ile karşılaştırılabilecek kadar büyük bir cisim olmaması)

Bu şartlardan sadece ilk ikisini sağlayan gök cisimleri ise “cüce gezegen” olarak adlandırılmıştır. Güneş sistemindeki ilk sekiz gezegen, bu üç şarta uyduğundan dolayı gezegen olarak anılmaya devam ederken yakın zamana kadar Güneş sisteminin 9. gezegeni olarak anılan Plüton, sadece ilk ikisine uyduğu için yeni tanımlanan cüce gezegen kategorisine alınmıştır. 

Plüton

En büyük teleskoplarla bile gözlemlenmesi çok zor olan bu gök cisminin varlığı Percival Lowell tarafından matematiksel hesaplamalar sonucunda tahmin edilmişti. Ancak Lowell 1916 yılında varlığını tahmin ettiği cismi keşfedemeden hayatını kaybetmiştir. Yine Lowell Gözlemevi’nde çalışan Clyde Tombaugh, Lowell’ın çalışmalarını yarım kaldığı yerden devam ettirerek 1930 yılında yıldız haritalarını karşılaştırma metoduyla Plüton’u keşfetmiştir. Yeni bulunan gök cismine Dünya’nın her yerinden birçok isim önerisi gelse de Oxford’ta yaşayan 11 yaşındaki Venetia Burney tarafından önerilen Roma mitolojisindeki yeraltı tanrısı Plüton’un ismi kabul edilmiştir. 

Plüton’un uyduları da Plüton adı ile uyumlu olarak mitolojik yeraltı varlıklarından yola çıkılarak isimlendirilmişlerdir. En büyük uydusuna ölüleri Styx nehrinden yeraltı dünyasına geçiren kayıkçı Charon’un adı verilmiştir. Başka bir örnek olarak da gecenin tanrıçası ve Charon’un annesi Nix verilebilir.

Ceres

En küçük cüce gezegenlerden biri olan Ceres aynı zamanda Neptün’ün ötesindeki Kuiper Kuşağı’nda değil, Mars ile Jüpiter arasındaki Asteroit Kuşağı’nda bulunan tek cüce gezegendir. Ay’dan da küçük olan Ceres’in yarıçapı sadece 950 kilometredir. Adını Roma mitolojisindeki tarım ve bereket tanrıçası Ceres’ten alan bu gök cismi 2006 yılında gezegen tanımının yenilenmesi ile birlikte asteroitlikten cüce gezegenliğe terfi etmiştir. Roma mitolojisinde Ceres titan Satürn’ün çocuklarından biridir. Ancak diğer tanrı ve tanrıçaların aksine Olimpos’ta değil yeryüzünde yaşar. Burada tarım ile uğraşır. 

Eris 

Eris en büyük kütleli cüce gezegendir ve Kuiper Kuşağı’nda bulunur. Adını Yunan mitolojisindeki uyumsuzluk ve anlaşmazlık tanrıçasından alır. Tanrıça Eris insanlar arasında fitne çıkarmak için her yolu denemektedir. Bunların en meşhurlarından biri Thetis ile Peleus’un düğününde gerçekleşen olaydır. Bu düğüne karışıklık çıkarmaması için Eris davet edilmez. Bu duruma sinirlenen Eris intikam almaya karar verir ve düğüne giderek yanında getirdiği ve en güzel tanrıçaya ait olduğunu söylediği altın elmayı bırakıp düğünü terk eder. Bunun üzerine tanrıçalar elmanın kime ait olduğuna dair bir anlaşmaya varamazlar ve Truva prensi Paris’i hakem olarak seçerler. Her tanrıça kendisini seçmesi için Paris’e vaatlerde bulunur. Athena bilgelik, Hera iktidar, Afrodit ise ölümlülerin en güzeli olan Spartalı Helen’in kendisine aşık olacağını vadeder. Paris, Afrodit’in teklifini reddedemeyerek elmayı ona verir. Ancak bu daha büyük bir probleme yol açar. Spartalı Helen Kral Menelaus ile evlidir. Eşinin Paris ile birlikte Truva’ya kaçmasına çok sinirlenen Menelaus Truva’yı kuşatarak 10 yıl süren meşhur Truva Savaşı’nı başlatır.

Bu yazımızda genel olarak Güneş sistemindeki gezegenlerin, onların uydularının ve cüce gezegenlerin adlarının mitolojik kökenini inceledik. Bir sonraki yazımızda yıldızların, takımyıldızların ve diğer gök cisimlerinin nasıl adlandırıldığını incelemeye devam edeceğiz.

Hazırlayan: Nihan Kardan & Mustafa Demirer

İTÜ Astronomi Kulübü Üyeleri

Kaynaklar

Falkner, D. E. (2011). The Mythology of the Night Sky an Amateur Astronomer’s Guide to the Ancient Greek and Roman Legends. New York, NY: Springer New York.

https://www.etymonline.com/word/planet

https://www.etimolojiturkce.com/kelime/d%C3%BCnya

https://www.britannica.com/science/astronomy/Enlightenment

Yorumlar kapatıldı.

WordPress gururla sunar | Theme: Baskerville 2 by Anders Noren.

Yukarı ↑