Güneş Sistemi’mizdeki ilk altı gezegen: Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn, insanlık tarihi boyunca dünyadan çıplak gözle görülebildiğinden bu gezegenlerin tam olarak ne zaman keşfedildiğini bilmiyoruz. Fakat, Güneş Sistemi’mizdeki diğer gezegenlerin bir keşfedilme hikâyesi var.
Dış gezegenlerden biri olan Uranüs, Güneş’e, Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığının 19 katından daha fazla uzaktadır ve Uranüs, bilim insanları tarafından teleskop ile keşfedilen ilk gezegendir. Düşük parlaklığı ve yavaş yörünge hareketinden dolayı bir yıldız veya kuyrukluyıldız olduğu düşünülen Uranüs’ün aslında bir gezegen olduğu, onun gökyüzünde izlediği yörüngenin gezegensel bir yörünge olduğunun anlaşılmasıyla ortaya çıkmıştır.
Döneminin aynaları mükemmel yansıtma yapamadıkları için görüntü verimliliğini artırtmak adına bir müzisyen ve gökbilimci olan Sir William Herschel farklı bir yol izlemiş ve günümüz de “Herschelian Teleskobu” denilen teleskobu inşa etmiştir. Bu teleskopla yaptığı gözlemler neticesinde 13 Mart 1781 yılında Herschel, Uranüs’ün Güneş Sistemi’nin bir gezegeni olduğu keşfini duyurmuş ve kendisi de tarihte “ilk gezegen kâşifi” olarak anılabilecek kişi olmuştur.
Bu keşiften sonra astronomlar, zaman içerisinde Plüton’un, Isaac Newton’un kütleçekim yasasına göre öngörülen yörüngesinden saptığını tespit etmişler ve Plüton’un yörüngesindeki bu anomalinin nedenini anlamaya çalışmışlar. Plüton’un yörüngesinin Güneş Sistemi’mizde var olan ama daha bilmediğimiz başka bir gezegenin etkisi sonucu olabileceği hipoteziyle matematik hesaplamalar ve gözlemsel doğrulamalarla 1846 yılında Neptün gezegeni keşfedilmiştir. Lakin Plüton’un yörüngesinde hâlâ küçük de olsa sapma vardı. Keşfedilmeyi bekleyen başka bir gezegen daha olabilir miydi? 13 Mart 1930 yılında Plüton gezegeni Clyde William Tombaugh tarafından keşfedilmeden önce birçok bilim insanın zamanın, emeğinin ve parasının harcanması ve hatta gökyüzü gözlem yöntemlerinden bazılarının daha otonom hâle gelmesi gerekiyordu. Öncelikle 1894’te Percival Lowell servetini kullanarak Lowell Gözlem Evini açmalı, bu yeni gezegeni bulmak içinse ciddi bir iş yükünü göze almalıydı. Bu iş yükü farklı zaman aralıklarında, gökyüzünde aynı bölgesinin fotoğrafını çekmek ve bu fotoğrafları birbiriyle karşılaştırarak fotoğrafta hareket eden yıldızı yani keşfedilmeyi bekleyen gezegeni bulmaktı. Daha sonra bu zahmetli süreç “blink comparator” adı verilen cihazla yarı otonom hâle gelmişti. Bir çok gözlemcinin gezegeni aramayı bıraktığı bir zamanda ise Tombaugh’un çalışmalarına azimle devam etmesi sonucunda Plüton keşfedildi.
Kaynak:
How did we found out about Pluto – Isaac Asimov